3 Nisan 2014 Perşembe

SOSYAL DEVLET DE EĞİTİMİN ÖNEMİ VE KALKINMAYA ETKİSİ

T.C.
 FATİH ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

    YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ
       CÜNEYT GÜL

İŞLETME TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI

ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ DERSİ


                                            Ödev Konusu

SOSYAL DEVLET DE EĞİTİMİN ÖNEMİ VE KALKINMAYA
 ETKİSİ

         Ödev  Danışmanı

Doç.Dr. Orhan KOÇAK



                                                 NİSAN 2014



GİRİŞ:
Sosyal Devlet: klasik liberal demokrasinin ekonomik ve siyasal temellerini değiştirmeden sosyal güvenliğin sağlanması, işsizliğin önlenmesi, emeğiyle yaşayanların korunması ve yaşam düzeylerinin yükseltilmesi yoluyla sosyal eşitsizlikleri giderme işlevini yüklenen devlete denir.
Sosyal bakımdan zayıf sınıflara yardım ederek sosyal adaleti ve insan onuruna yaraşır bir yaşam düzeyini sağlama fikrini savunur ve devlete bunları bir ödev olarak yükler. Sosyal devlet; vatandaşlarının sosyal durumlarıyla, refahlarıyla ilgilenen, onlara asgari bir yaşam düzeyi sağlamayı ödev bilen devlet olarak tanımlanmaktadır (GÖKCAN, Erişim: 04.05.2006). Sosyal devlet, kişileri faaliyetlerinde özgür bırakan, fakat geniş tabanlı ve verimli bir özgürlük için düzenleme ve uygulamalar yapan devlettir (BARNA, 2002). Sosyal devlete ilişkin bir diğer tanım ise; devletin sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve ekonomik hayata aktif müdahalesini gerekli ve meşru gören bir anlayış olmakta yani sosyal devlet, herkese insan onuruna yaraşır asgari bir hayat seviyesi sağlamayı amaçlayan bir kurum olarak ifade edilmektedir (GÖZLER, 2000: 155).
SOSYAL DEVLETİN TARİHÇESİ:
 Sosyal devlet kavramı  20. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu kavram daha çok kara Avrupa'sına aittir. Sosyal haklar kavramının yer almasıyla oluşan sosyal devlet fikri, öncelikle 1793 Fransız Anayasası'nda; daha sonra da 1919 Weimer Anayasası'nda yer almış ancak iki anayasa da talihsiz bir sonla ortadan kaldırılmıştır. Bu anayasaların yürürlükten kaldırılmasıyla sosyal devlet fikri ortadan kaybolmamış; İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1946 Fransız Anayasası, 1947 İtalyan Anayasası, 1949 Alman Anayasası sosyal haklar kavramına dayanan sosyal devlet ilkesini anayasalarına koymuşlardır. (ALDIKAÇTI, 1997: 80). Sosyal devlet, kişilere sadece temel hak ve özgürlükler sağlamakla yetinmeyen, aynı Zamanda, vatandaşların sosyal durumlarını iyileştirmeyi, onlara insan hasiyetine yaraşır bir yaşam şekli sunmayı, onları sosyal güvenliğe kavuşturmayı kendine ödev bilen devlet anlayışıdır.  Sosyal devlet kavramı, Anayasamıza, ilk 1961 anayasası ile birlikte “Cumhuriyetin nitelikleri ”başlığı adı altında giren kavram, 1982 Anayasasının (2)’nci ve (5)’nci maddeleri ile Türkiye Cumhuriyeti Devletine sosyal devlet ilkesinin gereklerini yerine getirme görevi vermiştir.
  MADDE 2:Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
MADDE 5: devletin temel amaç ve görevleri Türk milletin bağımsızlığını ve bütünlüğünü ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun, refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.


SOSYAL DEVLETİN ÖNEMİ:
 Sosyal devlet kavramı gelişmiş ülkelerle az gelişmiş ülkeler arasında farklı anlamlara sahiptir. Gelişmiş ülkelerde sosyal devletten beklenen kapitalizmin getirilerini halka daha adaletli bir biçimde dağıtmasıdır. Gelişmemiş ülkelerde ise her alanda her türlü faaliyet gösteren bir devlet modeli anlaşılır. Yani bu durumda gelişmiş bir toplum devletçi yaklaşıma ihtiyaç duymayacağı için Sosyal Devlet sadece gelirlerin dağılımıyla ilgilenir. Gelişmemiş toplumlarda ise halkın elinde yeterli sermaye bulunmadığı için Sosyal devlet kendi eliyle yatırımlar yapar. Bu durumda ülkemizi örnek gösterebiliriz Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet eliyle yatırımlar yapılırken daha sonraki yıllarda halkın ekonomik refahında artış gerçekleşmiş ve devlet özelleştirmeye önem vermeye başlamıştır.
Sosyal devlet kavramı yeni çağdaş bir devlet ve toplum anlayışını da beraberinde getirir. Sosyal devlet vatandaşlarıyla daha çok ilgilenmekte ve daha çok alanda faaliyet göstermektedir. Sosyal devlet toplumuysa bu haklarının farkında ve onları kullanabilme yetisine sahip insanlardır.
Sosyal devlette halkla devlet arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Devlet sosyal hakları kendinden tanıdığı halkına bu hakların getirilerini de vermek zorundadır. Hakları olan toplumsa bu hakları savunmalı yeri geldiğinde hakkını aramalıdır. Hem halkın hem devletin birlikte sorumluluk altına girdiği bir kavramdır Sosyal Devlet.
Herkese İnsan Onuruna Yaraşan Asgarî Bir Yaşam Düzeyi Sağlamaya
Yönelik Tedbirler: Sosyal Haklar
-çalışma hakkı
-adil ücret hakkı
-sosyal güvenlik hakkı
-konut hakkı
-sağlık hakkı
-eğitim hakkı
Eğitim hakkı; Bir insanın, insan onuruna yaraşan asgari bir yaşam düzeyi içinde yaşayabilmesi için, asgari bir eğitim ve öğrenim sahibi olması gerekmektedir. Mesela, okuma yazma bilmeyen bir kişinin modern toplumda insan onuruna yakışır bir hayat sürebileceğini söylemek hayli zordur (GÖZLER: 162). Sosyal devlet, eğitim ve öğretimi devletin başta gelen ödevleri arasında saymakta; tüm vatandaşların eşit imkânlar içinde, bilime dayalı düşündüren, bilinçlendiren, yaratıcı, barışçı, laik ve demokratik eğitim görmesini amaçlamaktadır. Eğitimin parasız yapılması, eğitim faaliyetlerinin planlanması, eğitim kurumlarının yurt çapında yayılması, mesleki ve teknik eğitime ağırlık verilmesi sosyal devletin başlıca görevleri arasında sayılabilmektedir ( YAMAN, 2000).
Eğitimin çok yönlü amaçları bulunmaktadır. İnsan hakları, özgürleşme ve bireyselleşmenin gelişmesi ile eğitimin sınırlarının yeniden belirlenmesi çabaları da artmıştır. Bugün çağdaş demokrasilerde, iyi bir vatandaş yetiştirmeyi hedefleyen eğitim programları yerine; daha bireyci, özgür, evrensel iyi insan ve uzman insan yetiştirmeyi hedefleyen sistemler ağırlık kazanmıştır. Özellikle bireylerin değerlerini gözeten, aile ve ferdin taleplerini dikkate alan müfredat ve programlar ön plana çıkmıştır (ATALAY, 1998: 1093). Eğitim insana yapılan yatırım olarak en önemli, en hayati bir sosyal, ekonomik, kültürel ve politik faaliyet olarak görülmeli (KOCABIYIKOĞLU, 1993: 76) ve gelecek için en önemli mesele olarak ele alınıp değerlendirilmelidir.
Uluslararası Düzenlemeler:
Eğitim hakkı uluslararası birçok beyanname ve bildirgede de ele alınmış ve korunmuştur. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 26. maddesine göre; “Herkesin eğitim hakkı vardır. Eğitim hiç olmazsa temel eğitim evrelerinde parasızdır. Temel eğitim zorunludur. Mesleki ve teknik eğitimden herkes yararlanabilmelidir. Yükseköğrenim yeteneklerine göre herkese açık olmalıdır.” şeklinde eğitim hakkından bahsedilmektedir.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesinde de eğitim hakkına ve bu hakkın korunması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Bildirgenin 7. maddesine göre; “Hiç olmazsa temel eğitim düzeyinde parasız ve zorunlu eğitim çocuğun hakkıdır. Genel kültürünü artırmak, yeteneklerini, bireysel muhakeme kabiliyetini, ahlaki ve toplumsal sorumluluk duygularını geliştirmek ve toplumun yararlı bir üyesi olmak için çocuğa eşitlik koşullarına göre bir eğitim sağlanacaktır…” Bunlar dışında da gerek başka sözleşmelerde gerekse ülkelerin anayasalarında eğitim hakkına ve bu hakkın korunmasına ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır.
Eğitim ve öğrenim hakkı Anayasamızın 42’inci maddesinde şöyle düzenlenmiştir: “Kimse, eğitim ve öğretim haklarından yoksun bırakılamaz İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin,  öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar.  Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır”.
1930'larda Anayasada yer almamakla birlikte ülkemizde de uygulamada sosyal devlet ilkesinin bazı ölçüleri gözlemlenmiştir. Örneğin, eğitimin ücretsiz olması, sağlık hizmetlerinin memleket hastanelerinde ücretsiz görülmesi, üniversitelerin eğitime açık olması, çok cüzi harçlarla üniversitelerde eğitimin yapılması 1930'larda Türkiye'de sosyal alanda atılan ilk adımlardır. (ALDIKAÇTI: 82)

Ancak Türkiye'de sosyal devletin eğitim işlevi denilince ilk akla gelen kurumlar, Halkevleri, Halkodaları ve Köy Enstitüleri uygulamaları olmaktadır. 1931 senesinde Türk Ocakları'nın kapatılmasının ardından, 1932'de açılan Halkevleri (YEŞİLKAYA,2002:113), her türlü kültür ve sanat etkinlikleri ile sosyal dayanışmayı da içeren gerçek anlamda birer kitle eğitim kurumları olarak düşünülmüş ve bunları gerçekleştirecek biçimde örgütlenmiştir. Her halkevinde 9 kolun ( dil, edebiyat, tarih; güzel sanatlar; tiyatro ve seyirlik oyunlar; spor; sosyal yardım; halk dershaneleri ve kurslar; kütüphane ve yayın; köycülük; müze ve sergiler) kurulması öngörülmüş, ancak; bu kolların hepsinin oluşturulması şart koşulmamış, bölgesel özelliklere ve olanaklara göre bunlardan en az üçünün faaliyette bulunması yeterli sayılmıştır. (TURAN, 1999: 205,207)
GELİŞMİŞLİK VE EĞİTİM
Gelişmişlik düzeyinin saptanmasında kullanılan iki temel ölçüt vardır.
1-) Geleneksel ölçüt
            2-) Çağdaş ölçüt
Geleneksel ölçüt:
Geleneksel anlamda gelişmişliğin saptanmasında kişi başına düşen ulusal gelir kullanılmaktadır. Bu ölçüte göre kişi başına düşen gelir ne kadar yüksekse toplum da o kadar gelişmiş demektir.
Çağdaş ölçüt:
Günümüzde gelişmişliğin temel ölçütü nitelikli insan gücüdür. Yani bir toplumda nitelikli insan sayısı ve nitelik düzeyi ne kadar yüksekse, toplum da o denli gelişmiş demektir.
Bilişim / iletişim çağında ve küreselleşen dünyada nitelikli insan, dünyaya, olaylara ve olgulara, kendi paradigması dahil eleştirel bakan, bütünü görebilen; gelişme ve değişmelere bağlı olarak kendini yeniden yapılandırabilen, farklılıkları zenginlik olarak algılayabilen; çoğulculuğu ve demokrasiyi içselleştirmiş ve yaşam biçimine dönüştürmüş çağdaş insandır.
Geleneksel gelişmişlik ölçütü artık kabul edilmemektedir. Çünkü yaşanılan coğrafyada yer altı ve yer üstü kaynakların zenginliği nedeniyle kişi başına düşen ulusal gelir yüksek olabilmektedir. Bazı ülkeler buna örnek gösterilebilir. Ancak bu özellikleri olan birçok ülke, doğal kaynaklarını kendileri üretememektedirler; bilgiyi ve teknolojiyi transfer etmektedirler. Bu bağlamda, söz konusu ülkelerin gelişmiş olduklarını söylemek çok güç, hatta olanaksızdır. Önemli olan doğal kaynakları üretebilmek, bu kaynaklar tükendiğinde yeni kaynaklara yönelebilmektir. Bu da ancak, nitelikli insan gücü ile olanaklıdır. Örneğin, Japonya çelik endüstrisinde dünyada birinci sıradadır. Ancak, çelik hammaddesini başka ülkelerden elde etmekte ve üretmektedir. Çünkü Japonya nitelikli insan gücüne sahiptir. Geri kalmış ya da gelişme sürecinde olan toplumlar doğal kaynaklarını kendileri üretememektedirler.
Eğitimin gerekliliği
Türkiye’nin modern bir toplum olma yönündeki çabaları incelendiğinde eğitimin, gelişim hareketinin temelini teşkil ettiği görülür. Yaklaşık bir buçuk asırdan beri devam eden batılılaşma hareketleri içerisinde, eğitim kurumları ile öğretmenlerin, özel bir yeri olmuş ve eğitim, toplumun yapısını değiştiren ve topluma daha iyi yaşama seviyesi sağlayan dinamik bir sosyal kuvvet olarak kabul edilmiştir. Eğitim sistemini, toplum sisteminden ve toplumsal ihtiyaçlardan bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir. Bütün ülkeler değişen modern üretim tarzlarına ve metotlarına cevap verecek tarzda okul ve öğretim işlerini yenilemek zorundadır (Duman, 1991). Çağımızda ekonomik, sosyal ve teknolojik alanlardaki hızlı değişim toplumsal kurumları etkilemekte ve eğitim sistemleri de yeniden oluşum ihtiyacı ile karşılaşmaktadırlar (Alkan, 1982). Eğitim kurumları da diğer sosyal kurumlar gibi toplumun ihtiyaçlarına cevap verdikleri sürece yaşamışlar, bu fonksiyonu yerine getiremedikleri zaman önemlerini yitirmişlerdir. Bilim ve teknolojinin üretimi, bilimsel bilginin dolaşımı, yaratıcı potansiyeli yüksek bireylerin yetiştirilmeleri sonucu ülkeler, ekonomik ve siyasi yönden önemli değişimlere uğramıştır. Hızlanan bu değişim; başta eğitim alanında olmak üzere, ülkeler arasında sürekli yenileşme ve gelişme eğilimi, daha fazla bilgi, daha yeni teknoloji amacına yönelik sınırsız bir rekabeti de hızlandırmıştır. Hızla geçen zamana paralel olarak yeni oluşumlar, teknolojik atılımlar, eğitim sistemlerini de etkilemiştir. Eğitim amacı, bilgi seviyesi yüksek hem bireysel hem de evrensel bir kültüre sahip, sağlıklı bir toplum yetiştirmektir. Eğitimdeki tüm yenileşme ve gelişme girişimleri, toplumun her kesiminin ilgi alanına girmektedir. Eğitim, toplumda değişmelerden sorumlu olması nedeniyle değişime diğer sistemlerden önce uyum sağlamak durumundadır. Bir ülkenin refah ve mutluluğu; o ülke insanlarının nitelikli ve sürekli bir eğitim almaları ve  bununla kazandıkları bilgi, beceri ile ekonomik büyümeye yapabilecekleri katkıya bağlıdır. Bunun için, sosyo-ekonomik gelişmenin en önemli itici gücü ve verimlilik artışının en önemli unsuru, toplumun eğitim düzeyidir.
Günümüzde eğitimin temel işlevi, nitelikli insan gücünün / beyin gücünün yetiştirilmesidir. Bu nedenle, eğitim sisteminin söz konusu insanı yetiştirecek şekilde yapılandırılmış olması gerekmektedir. Eğitimin üç temel dayanağı vardır: Eğitim-öğretim, yönetim ve yönlendirmedir.

1-)Eğitim-öğretim
Eğitim-öğretimde bireysel ve toplumsal gereksinimlere göre belirlenen eğitim hedeflerine; bu hedeflere uygun bir alt yapıya,  eğitim-öğretim programlarına, araç-gereçlere, çağdaş öğretim yöntem ve tekniklerine ve öğrencileri eğitim hedeflerine ulaştırabilecek donanımlı öğretmenlere gereksinim vardır.
Ayrıca, eğitimde ileriye dönük olarak bir planlama (eğitim planlaması) yapma zorunluluğu vardır. Yani bir meslekte yılda kaç elemana gereksinim varsa o kadar insan yetiştirilmesi gerekir. Gereksinim duyulan sayının altında ya da üstünde eleman yetiştirmek istihdamda sorunlara yol açtığı gibi bireysel ve toplumsal gelişmeyi de olumsuz yönde etkiler.
Ülkemizde eğitim sisteminin yukarıda belirtilen özelliklere uygun olarak yapılandırıldığını söylemek çok güçtür. Okulların açılması, eğitim hedeflerinin saptanması, derslerin ve konuların seçimi, eğitim sisteminde yapılması düşünülen değişiklikler bireysel ve toplumsal gereksinimlerden çok, siyasi amaçlara göre olmaktadır. Örneğin Türkiye öğretmen yetiştirme konusunda oldukça deneyimli bir ülkedir ve kendi toplumsal gelişim düzeyine uygun özgün kurumları olmuştur; Köy Enstitüleri, Eğitim Enstitüleri, Yüksek Öğretmen Okulları gibi. Ancak bu okullar tamamen kaldırılmıştır. Eğitim Fakültelerinin kurulmasında, bu deneyimlerden, toplumsal bellekten hiç yararlanılmamıştır. Bu nedenle de kurumsallaşma engellenmektedir ya da çok geç olmaktadır. Günümüzde de aynı şekilde davranılarak, hemen hemen Eğitim Fakülteleri dışındaki tüm öğrencilere “Öğretmenlik Meslek Bilgisi” dersleri verilerek öğretmen olmaları sağlanmaktadır. Dolayısı ile öğretmenlerin istenilen nitelikte olmaları engellenmektedir.
Eğitim sistemimiz ezberci bir temele dayanmaktadır. Ezber,  yalnız rakamların, adların, formüllerin, yabancı dilde sözcüklerin ezberlenmesinde işlevseldir ve zamandan tasarruf sağlar. Bunun dışında ezber, bir öğrenme aracı olarak kullanılmamalıdır. Çünkü beyin ilişkilendirmediği, örgütlemediği bilgileri süpürmekte, yani atmaktadır.
Günümüzde eğitim sistemi gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çoğunda şu basamaklardan oluşmaktadır:
1) Kreşler ( 0-3 yaş)
2) Okulöncesi ( 3-6 yaş)
3) Anasınıfı ( 6-7 yaş)
4) İlköğretim ( 7-12 / 15 yaş)
5) Ortaöğretim ( 12-18, 15-19 yaş)
6) Yükseköğretim (20-22 /24 yaş)


2-)Yönetim
Yönetsel anlamda, uzlaşı kültürüne dayalı, uzun erimli fakat ulusal ve evrensel değişme ve gelişmelere açık, esnek bir eğitim politikasına gereksinim vardır. Bu politikalar, bireysel, grupsal ve hatta siyasal paradigmaları aşan, bütünü içeren;  hem bireysel hem toplumsal, hatta evrensel gereksinimlere yanıt veren bir içerik ve yapıda olmalıdır. Kısaca eğitim bir devlet politikasıdır, kişisel ya da siyasal anlamda oluşturulan bir politika değildir ya da olmamalıdır.  Nitekim J. Piaget yıllar önce “eğitimin temel işlevinin evrensel insanı yetiştirmek olduğunu ileri sürmektedir. Çünkü küreselleşen dünyada insanlar yalnız kendi bölge ve ülkelerinde değil, başka ülkelerde de çalışabilmekte, orada yerleşebilmektedirler. Özellikle eğitim politikaları bütünü görmeyi gerektirir; hiç kimse ağacın altında oturarak ormanı yani bütünü göremez. Özellikle üst düzey yöneticilerin, bu bilinç ve uzlaşı anlayışı ile hareket etmeleri gerekmektedir. Oysa Türkiye’de eğitime ilişkin kararlar daha çok siyasal ve bireysel nitelikte olmaktadır.
3-) Yönlendirme
Yönlendirme yalnız mesleki yönlendirme değildir daha geniş kapsamlı bir kavramdır.  Yönlendirmede ilk aşama, çocukların potansiyellerinin (genetik özelliklerin) ortaya çıkmasını ve gelişmesini sağlamaktır. Bu amaçla hazırlanan eğitim-öğretim programlarının, araç-gereçlerin, kullanılan öğretim yöntem ve tekniklerin onların olgunlaşma ve gelişme düzeylerine uygun olması gerekmektedir. Gelişim düzeylerinin altında ya da üstünde olan uygulamalar öğrencilerin hem öğrenmelerini güçleştirir hem de gelişmelerini olumsuz yönde etkiler. Yönlendirmenin ikinci aşamasında öğrencilerin kişilik özelliklerini (zeka, yetenek, ilgi, vb.) tanımamızı sağlayan araçlar uygulanır. Böylece öğrencilerin kişilik özellikleri tanınır. Bu özellikler kendilerine ve ailelerine tanıtılır, ayrıca meslekler hakkında bilgi verilir. Kişilik özellikleri ile meslekler arasında ilişki kurulur. Öğrencilere başarılı olabilecekleri, gelişebilecekleri, uyum sağlayabilecekleri meslekler tanıtılır. Mesleki yönlendirme bu aşamadan sonra yapılır.

Bazı ülkelerde yatay geçişler yasaktır, yani öğrenciler kişilik özellikleri doğrultusunda eğitim görmek zorundadırlar(Almanya’da olduğu gibi). Bazı ülkelerde ise, seçim hakkı öğrencilere bırakılmaktadır; yani sen şu alanlarda başarılı olur ve kendini daha iyi gerçekleştirebilirsin, ancak istediğin alanı seçebilirsin denir (Amerika’da olduğu gibi). Bazı ülkelerde ise, tamamen rastlantılara, ailenin ya da siyasetçilerin istek ve beklentilerine göre olmaktadır. Türkiye daha çok bu üçüncü kategoride yer almaktadır.(DÖNMEZ gelişmişlik)
Eğitimin Ekonomik Büyümeye Etkisi
Ekonomik büyüme, bir ülkenin ulusal gelirindeki kalıcı artış olarak tanımlanabilir. Bu artışın sağlanması için temel koşul üretimde kullanılan üretim faktörlerinin toplam miktarının artırılmasıdır. 1960’larda eğitim ekonomisi alanındaki çalışmalar eğitimin de bir üretim faktörü olarak, işgücünün beceri ve üretkenlik kapasitesini geliştirme yoluyla ulusal gelirin büyümesine katkıda bulunduğunu göstermiştir. Eğitim-Ekonomi arasındaki ilişki şu şekilde özetlenebilir:
1. Eğitim, ekonominin ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştirir (üretime katkısı).
2. Eğitim hizmetinin yürütülmesinin ve hizmetten yararlanmanın belli bir maliyeti vardır (eğitim maliyeti).
3. Eğitime yapılan harcamalar
4. Eğitimin bireysel (mikro) ve toplumsal (makro) düzeyde gelir yaratma etkisi vardır.
5. Eğitim arzının ekonomiyle ilişkisi mevcuttur.
6. Eğitim talebinin ekonomiyle ilişkisi mevcuttur.
7. Eğitimin verimlilik ile ilişkisi mevcuttur.
8. Eğitim hizmetinin mal olma özelliği vardır.
9. Eğitim-finansman açısından ilişki vardır. (Korkmaz,2006):
Eğitimin ekonomik büyümeye katkısı, 1960’ların başında büyümeyi hesaplama yöntemi ile yapılan çalışmalar, ekonomik büyümede artışın önemli bir bölümünün işgücündeki eğitim düzeyinin artışından kaynaklandığını ortaya koymuştur. Çeşitli ülkeler üzerinde yapılan çalışmalar oranları değişmekle birlikte, eğitimin ekonomik büyümeye anlamlı katkısının olduğunu ortaya koymuştur. Örneğin; İngiltere’de %7, Belçika’da %14, ABD’de %15, Arjantin’de %16 ve Kanada’da ise bu oran %25’e ulaşmaktadır (OECD, 2011). Fakat Türkiye eğitime yeterince maddi kaynak sağlayamadığı için ekonomik büyümede de %4 gibi düşük bir gelişmeyi ortaya koyabildi.
Türkiye’de Eğitim ve Finansal Yapı
Türkiye’de farklı eğitim düzeylerine sahip bireyler arasında gelir farklılıkları vardır ve  eğitimli olmak iş sahibi olmanın önemli önkoşullarındandır. TÜİK’in Kazanç Yapısı  Araştırması’na göre (2010) çalışanların kazanç düzeyi eğitim seviyesiyle birlikte  yükselmekte ve en yüksek eğitim düzeyine sahip çalışanlar hem en yüksek kazancı  sağlamakta hem de haftalık çalışma saati en az olan sözleşmelerle çalışmaktadır.  Eğitim olanaklarına erişim ve eğitimde eşitlik bazı grupların gelirlerini ve bölgelerin büyüme koşullarını iyileştirmekte neden güçlük çektiklerini açık biçimde ortaya koymaktadır.
            Türkiye’de 15-64 yaş grubundaki yetişkinlerin yüzde 33’ü lise ve dengi düzeyde eğitime  sahipken bu alanda OECD ortalaması yüzde 74’tür. Fark kadınlarda daha ciddi  boyutlara ulaşmaktadır: Liseyi bitiren erkeklerin oranı yüzde 35, kadınların oranı ise  yüzde 26’dır (OECD, 2011a). Yine de Türkiye 2000 ile 2011 yılları arasında eğitime erişim  alanında önemli aşamalar kaydetmiş, tüm eğitim düzeylerinde net okullaşma oranları artış göstermiştir. 2011-12 eğitim-öğretim yılı itibariyle ilköğretimde yüzde 98,67 okullaşma oranına ulaşılmış, orta öğretimde ve yükseköğretimde ise sırasıyla yüzde  67,37 ve 35,51 seviyeleri yakalanmıştır (TÜİK,2013) . Öte yandan, ilköğretimdeki okul terk  vakaları nedeniyle orta öğretime geçiş oranı halen düşüktür. Gökşen, Cemalcılar ve Gürlesel (2006) 1997-2005 dönemi için kümülatif okul terk oranını yüzde 14,7 olarak hesaplamıştır (Cemalciler & Gökçen, 2012).
  Yapılan çalışmalar eğitim harcamalarında zengin ve yoksul aileler arasında açılan makası mali engellerle açıklamaktadır. Duygan ve Güner (2005) en düşük ve en yüksek gelir gruplarını inceledikleri çalışmalarında gelirle eğitim düzeyi arasında negatif yönlü  bir ilişki bulmuştur (Duygan & Güner, 2005; Duman, 2008). 2005 yılında, toplam nüfusun ve en düşük gelir grubunun yarısından fazlası ilköğretim mezunuyken, liseye devam edenlerin oranı ise sırasıyla yüzde 8,05 ve 0,47 olmuştur. Öte yandan, en yüksek gelir grubunda lise eğitimini tamamlayanların oranı yüzde 26,84’tür.




Hane Reisinin Eğitim Düzeyi – Türkiye Geneli, Yüksek ve Düşük Gelir Grupları

İLK OKUL %
İLK ÖĞRETİM %
ORAOKUL %
LİSE  %
ÜNİVERSİTE %
EN YOKSUL %20

30,5
58,24
7,03
4,2
0,47
EN ZENGİN %20

5,39
35,89
8,54
23,33
26,84
TÜRKİYE GENELİ
14,92
53,26
9,57
14,21
8,05

Aynı şekilde, Caner ve Ökten (2012) ayrıcalıklı sosyal ve ekonomik altyapıları olan çocukların son derece rekabetçi olan yükseköğretime geçiş sınavında başarılı olarak  prestijli bir üniversiteye gitme ve dolayısıyla daha fazla devlet teşvikinden  faydalanma şansının daha yüksek olduğunu belirtmiştir (Caner & Ökten, 2012). Ayrıca, devlet okullarında ilköğretim düzeyinde eğitimin düşük kalitede olduğu göz önüne alındığında, ailenin sosyoekonomik durumu eğitim fırsatları açısından daha fazla önem kazanmaktadır.Ek olarak, bölgelerarası farklılıklar eğitime erişim açısından son dönemde azalma gösterdiyse de okullaşma oranları açısından sürmektedir. Net okullaşma oranları bazı  batı illerinde yüzde 90’lar seviyesine ulaşırken bazı doğu illerinde yüzde 30’lara kadar  düşmektedir (ERG, 2010). Örneğin, 2011-12 eğitim-öğretim döneminde ilköğretimde net okullaşma oranı Ortadoğu Anadolu’da yüzde 94,1’ken, bazı batı bölgelerinde yüzde 100’lere yakınsamış; oran İstanbul’da yüzde 99,4, Batı Marmara’da ise yüzde 99 olarak ölçülmüştür (ERG, 2010).
 Son dönemde yapılan çalışmalar son 15 yılda ortaya çıkan iç göç dinamiklerinin okul terk oranlarındaki rolüne vurgu yapmıştır (Gökşen & Cemalcılar, 2010). Söz konusu çalışmalar güneydoğu bölgelerinde yaşanan ve insanların yerlerinden edilerek tarıma dayalı “geleneksel” yaşam tarzlarından koparılmasıyla sonuçlanan gerginliklere dikkat  çekmiştir. Yeni işgücü piyasası koşullarına uygun becerilere sahip olmayan bu nüfus grubu kayıtdışı ve düzensiz istihdam alanlarına itilmiş, maddi imkânları yetersiz olan aileler çocuklarını okula gönderememiştir (Yükseker et al, 2007)17. Pek çok durumda ise çocuklar aile bütçesine katkıda bulunmak üzere çalışmaya zorlanmıştır.
 Kadınlarla erkekler arasındaki eğitim düzeyi farklılıkları da ayrıca kayda değerdir. Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi eğitimde toplumsal cinsiyet temelli eşitsizlikleri  ortaya koymaktadır. Buna göre Türkiye’de yetişkin kadınların yüzde 26,7’si ortaöğretim  ya da lise eğitimini tamamlamışken bu oran erkeklerde yüzde 42,4’tür (UNDP, 2013).  Ancak, 2011-12 eğitim-öğretim dönemine ilişkin eğitim verileri cinsiyet eşitsizliğinin  azaldığına işaret etmektedir. Buna göre, ilk, orta ve yüksek eğitimde cinsiyet oranları sırasıyla yüzde 100,41, yüzde 93,29 ve yüzde 87,38’dir (TÜİK, 2012b).  Kırsal bölgelerde yaşayan kadınlar eğitime erişimde kentli kadınlara göre daha dezavantajlı konumdadır. 2010 yılı itibariyle kadınlar için ilköğretimde okullaşma oranları kentte yüzde 94, kırda ise yüzde 90,6’dır. Ortaöğretimde kent-kır farkı açılmaktadır:  Okullaşma oranları sırasıyla yüzde 64,7 ve yüzde 41,1’dir. Ortaöğretim düzeyinde kent-kır  farkı kadınlara göre daha düşük olmakla birlikte erkekler için de oldukça fazladır (kırda  yüzde 53,6, kentte yüzde 67,5) (ERG, 2010). Son olarak, araştırmalar annenin eğitim durumu ile kız öğrencilerin eğitim durumu arasında her eğitim düzeyinde pozitif bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır (Caner & Ökten, 2012).
Eğitim Hizmetlerinin Niteliği ve Finansal Boyutu
Eğitim sistemi, dünya ekonomisinde rekabet gücünü belirleyen en önemli yapılardan birisi haline gelmiştir. Günümüzde teknolojiyi üretebilen, yaratıcı insan yetiştiren ve yeni teknolojilerin hızla üretip, uygulanmasını sağlayan  nitelikli insanların eğitimi, bu eğitimin finansmanı önemli bir stratejik konu haline  gelmiştir (Gökbunar ve Muter, 2000:375).
            Eğitim, ilgi ve yetenekleri esas alarak bilimsel düşünme gücüne ve mesleki niteliğe sahip insan gücünü yetiştiren bir sistem olup, toplumun ihtiyaç duyduğu nitelikli işgücünün gelişmesinde önemli katkıları olan bir hizmettir. Öyle ki eğitim, pozitif düşünen ve algılama ve sorun çözme yeteneği gelişmiş,  öğrenmeyi öğrenebilen yüksek nitelikli, bilgi çağı insanını yetiştirme sorumluluğu gelişmesini sağlamaktadır (Tuzcu, 2004:20).
 Toplumların hem sosyal, hem çağdaş hem de iktisadi olarak ilerlemesinde  yüksek katkısı olan eğitim hizmetinin bir bütün olarak düşünüldüğünde  azımsanmayacak derece önemli yeri mevcuttur. Öncelikle eğitim hizmeti ile pozitif dışsallık yaratılmaktadır. Bunlar: (i) ekonomik kalkınmaya olumlu etki, (ii)  siyasal karar alma mekanizmasının daha etkin işlemesi, (iii) suç işleme oranının  düşürülmesi (iv) vergi mükelleflerinin vergi yükünün düşürülmesidir (Şener, 1987:6). Devletin mal ve hizmet tasnifi bağlamında yarı kamusal mal ve hizmet statüsüne sahip olan eğitim faaliyetinin faydası bölünebilmekte ve kimi zaman bu hizmetten faydalananlar yararlanma karşılığında bir bedel ödeyebilmektedir. Burada ödenmesi gereken bedel ise siyasi otorite tarafından belirlenmekte ve bu bedel marjinal maliyetin altında da yer alabilmektedir (Özker ve Esener, 2009:15).
 Eğitim hizmeti devletin ekonomik amaçlarının gerçekleştirilmesinde de önemli katkılara sahiptir. Öncelikle yeterli düzeyde sunulan bir eğitim hizmeti ile işgücünün verimliliği artması sonucu milli gelir düzeyi artmakta, fırsat eşitliği yaratılarak daha adil bir gelir dağılımına katkıda bulunulmaktadır. Bununla birlikte eğitim ile optimum kaynak kullanımı sağlanabilmekte ve ekonomik istikrara olumlu katkı yapılmaktadır. Ayrıca eğitim hizmetleri için yapılan Harcamaların gelirin yeniden dağılımında bir araç olması, iktisadi büyüme, kalkınma ve ekonomik istikrar sağlanmasında fonksiyon üstlenmesi sebebi ile de yatırım harcaması olarak da nitelendirilmektedir (Arabacı, 2011:102).
Eğitimin finansmanı, eğitim hizmetlerinin sunumu için gerekli parasal kaynaklarının elde edilmesi süreci olduğu gibi, kullanılan kaynakların farklı bölgeler, iller, eğitim tür ve düzeyleri, farklı sosyo-ekonomik düzeydeki bireyler ve gruplara dağılım süreci olarak tanımlanmakta ve belirtilen bu finansman türü  kamu fonları, öğrenci harçları, sınav ve kayıt harçları ile kitap ve diğer malzemeler için yapılan özel eğitim harcamaları, özel fon vb. tarafından oluşmaktadır. Bir ülkede üretilen eğitim hizmetinin nicel ve nitel düzeyi ise eğitim için ayrılan parasal kaynaklara ve bunlarla sağlanabilen girdilerin niteliğine ve niceliğine, eğitim teknolojisine ve eğitim sisteminin yapı ve işleyişine bağlıdır.
Günümüzde eğitim harcamalarının finansmanı kimi zaman sorun haline gelmektedir. Çünkü eğitim hizmetinin ne kadarının devlet tarafından, ne kadarının ise kullanıcı tarafından finanse edileceği belirlenirken, ortaya çeşitli görüşler atılmaktadır. Yarı kamusal bir hizmet olan eğitim için bireyler mümkün olduğu kadar az bir bedel ödemek isterler, özellikle özel eğitim kurumları bu konuda farklı fikirlere sahip olabilmektedir. Bir kamu hizmeti kapsamında değerlendirildiğinde eğitim bedeli piyasa koşullarının çok daha altında yer alabilmektedir. Asıl amacın sosyal faydayı arttırmak istenmesi olduğundan özellikle devlete ait eğitim kurumlarından faydalanan vatandaşlarının maliyetinden çok daha düşük miktarda bedel ödediği de görülmektedir.
Eğitim finansmanı değerlendirilirken de genel olarak üç farklı tür finansman yöntemi karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birincisi doğrudan finansman yöntemi olup, burada devletin müdahalesi kaçınılmazdır. Devlet, bu malların finansmanını tam kamusal mallarda olduğu gibi vergilerle karşılamaktadır. Diğer finansman yöntemi ise kısmi finansman yöntemidir ve eğitim malının vergi yerine harçlarla karşılanmasıdır. Son olarak dolaylı finansman yöntemi bulunmaktadır. Bu yönteme göre eğitim malı kamu ve özel sektör tarafından finanse edilmektedir. Devlet eğitim malı arz ederken, özel sektöre de bu konuda ayrıcalık tanımakta ve bir anlamda eğitimin özelleştirilmesi sağlanmaktadır (Devrim ve Tosuner, 1987:86-87).
Türkiye’ de Eğitim Finansmanı ile Eğitim Harcamalarının Durumu ve Ülkeler Arası Karşılaştırma :
Küreselleşme ile birlikte yaşanan dönüşüm sonucu hemen hemen her hizmet türünde olduğu gibi eğitim hizmet türünde de bir dönüşüm yaşanmaktadır.  Özellikle beşeri sermaye büyümesinde önemli katkısı olan eğitimin Türkiye gibi  gelişmekte olan ülkelerde finansmanı hep bir sorun teşkil etmektedir. AB, OECD  grubu üyeleri gibi gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında ülkemizde eğitime yeteri  kadar önem verildiği pek söylenemez. Bu ve benzeri nedenlerden dolayı eğitim  anlayışımıza yeni bir bakış açısı kazandırmak adına Vizyon 2023 projesi ile Cumhuriyet’ in 100. yılında eğitim sisteminde önemli adımların atılması gerekliliği vurgulanmıştır. Vizyon 2023 kapsamında eğitim finansmanı ile ilgili şöyle bir değerlendirme yapılmıştır (Tuzcu, 2006:160):
‘‘ Eğitim yapısındaki değişim eğilimleri aynı zamanda eğitim finansman kaynaklarını hem değiştirmekte hem de çeşitlendirmektedir. Bu değişim ve çeşitlendirmenin göstergesi olan eğilimlerin başında ise eğitim harcamalarının GSMH içindeki oranının artması, eğitim harcamalarının uluslararası akışkanlığının artması, temel eğitimin bir kamu hizmeti olarak verilmesi, eğitimin özelleştirilmesi gelmektedir.’’
 Eğitimden beklenen toplumsal, siyasal ve ekonomik işlevlerin yerine  getirilmesi, eğitime ayrılan kaynakların düzeyine ve bu kaynakların etkili ve verimli kullanımına bağlıdır. Bu bağlamda ülkeler arasında eğitim finansmanında farklı yöntemler tercih edilmektedir.            




Seçilmiş Bazı AB Ülkeleri ve Türkiye’de Eğitimin Finansman Kaynakları
ÜLKE
FİNANSMAN TÜRÜ
Almanya
Eyalet Yönetimleri+Yerel Yönetimler
Avusturya
Eğitim Ve Kültür Bakanlığı+Eyalet Yönetimleri+Yerel Yönetimler
Belçika
Eğitim Bakanlığı+Yerel Yönetimler+Sivil Toplum Örgütleri
Danimarka
Eğitim Bakanlığı+Yerel Yönetimler
Finlandiya
Eğitim Bakanlığı+Yerel Yönetimler
Fransa
Eğitim Bakanlığı+Yükseköğretim Araştırma Bakanlığı
Hollanda
Eğitim, Bilim Ve Kültür Bakanlığı+Yerel Yönetimler
İngiltere
Yerel Yönetimler+Özel Kuruluşlar+Okul Yönetimleri
İrlanda
Merkezi Fonlar+Yerel Kaynaklar
İspanya
Eğitim Bakanlığı+Özerk Bölgeler Ve Yerel Kaynaklar
İsveç
Eğitim Bakanlığı, Yerel Yönetimler
İtalya
Eğitim Bakanlığı+Yerel Yönetimler+Sivil Toplum Örgütleri
Lüksemburg
Eğitim Ve Mesleki Öğretim Bakanlığı+Komünler+İşverenler
Portekiz
Eğitim Bakanlığı+Yerel Yönetimler+İşverenler
Yunanistan
Eğitim Bakanlığı+Sivil Toplum Örgütleri+Katkı Payı ve Bağışlar
TÜRKİYE
Eğitim Bakanlığı+Katkı Payı ve Bağışlar+YÖK
AB ülkelerinde yükseköğretim dışındaki eğitim tür ve düzeylerinin finansmanı, çoğunlukla bölgesel ve yerel kaynaklardan sağlanmaktadır. Yani yükseköğretim finansmanı dahil edilmediğinde yerel ve bölgesel kaynakların toplamı, merkezi kaynaklardan daha yüksek tutarda olmaktadır. Merkezi yönetim sistemine sahip AB ülkelerinde (Fransa, Hollanda, İrlanda, Portekiz, Yunanistan) eğitim finansman sistemi de merkezidir. Ancak bölgesel/eyalet yönetim sistemine sahip AB ülkelerinde (Almanya, Avusturya, İspanya) bölgesel finansman daha yoğundur. Danimarka, Finlandiya ve İngiltere’de ise eğitimin finansmanı yoğun olarak yerel yönetimlerce karşılanmaktadır (Tuzcu, 2006:162)                              Kamu Eğitim Finansmanı Kaynakları (Yükseköğretim Öncesi)

Merkezi
Bölgesel
Yerel
2010
2000
210
2000
2010
2000
Almanya
8,5
7
68,7
71
22,8
22
Avusturya
41,6
34
47,7
43
10,7
23
Belçika
18,8
0
77,1
94
4,1
6
Danimarka
39,7
36
0,6
11
59,7
53
Finlandiya
9,5
9
0
0
90,5
91
Fransa
68,1
73
16,5
13
15,4
14
Hollanda
19,2
74
0
0
22,8
26
Ingiltere
22,3
24
0
0
77,7
76
Irlanda
82,6
82
0
0
17,4
18
Ispanya
10,9
17
83,2
78
5,8
5
Isveç
-
-
-
-
-
-
Italya
81,3
81
5,1
4
13,6
15
Lüksemburg
70,3
-
0
0
29,7
-
Portekiz
-
94
-
6
-
0
Yunanistan
-
82
-
15
-
3
OECD Ort.
31,3
47
27,6
26
43,3
27
Kaynak: Education at a Glance (2003) ve Education at a Glance (2010).
Bazı ülkelerde yükseköğretim öncesi eğitimine yönelik kamu  finansman kaynaklarının 2000 ile 2010 yıllarına yönelik bir karşılaştırması mevcuttur. Kamu finansman kaynakları kendi içerisinde merkezi, yerel ve bölgesel olmak üzere 3 grupta incelenmektedir. Tablodan anlaşılmaktadır ki eğitim finansman kaynakları ülkelere göre farklılık arz etmektedir. Örneğin Lüksemburg, Fransa, İtalya gibi ülkelerde merkezi kaynaklar ağırlıklı olmaktayken, Almanya, Belçika, İspanya gibi ülkelerde ise bölgesel kaynaklar ağırlıklı olmaktadır. Danimarka, Finlandiya, İngiltere’ de ise yerel kaynaklar önemlidir. 2010 ve 2000 yılları arasında bir karşılaştırma yaptığımızda genel olarak oranlarda birkaç istisna hariç dikkat çekici farklılıklar meydana gelmemiştir. Sadece Belçika’ da merkezi kaynaklara verilen ağırlık artarken, Hollanda’ da ise merkezi kaynaklara verilen ağırlık azalmıştır.
Kamu Eğitim Finansmanı Kaynakları (Yükseköğretim Düzeyi)

Merkezi
Bölgesel
Yerel
2010
2000
2010
2000
2010
2000
Almanya
13
11
84,2
86
2,8
3
Avusturya
96,2
99
2,6
1
0,5
0
Belçika
23,2
17
76,2
82
0,6
1
Danimarka
88
88
2,8
2
9,2
10
Finlandiya
79,3
79
0
0
20,7
21
Fransa
92,3
91
6,1
5
1,6
4
Hollanda
98,5
100
0
0
1,5
0
Ingiltere
99,9
87
0
0
0,1
13
Irlanda
87,8
90
0
0
12,2
10
Ispanya
16,4
16
83
83
0,7
1
Isveç
97,8
16
2,2
83
0
1
Italya
85,1
91
14,2
9
0,7
0
Lüksemburg
-
-
-
-
-
-
Portekiz
99,8
-
0,1
-
0,1
-
Yunanistan
91,5
99
8,5
1
0
0
OECD Ort.
79,3
74
19
21
2,5
5
Kaynak: Education at a Glance (2003) ve Education at a Glance (2010).
Bazı ülkelerde yükseköğretim sonrası eğitimine yönelik kamu finansman kaynaklarının 2000 ile 2010 yıllarına yönelik bir karşılaştırması mevcuttur. Buna göre Avusturya, Danimarka, Fransa, Finlandiya, İngiltere, İrlanda, İsveç, İtalya, Portekiz, Yunanistan yükseköğretim finansmanında merkezi finansman kaynaklarına ağırlık verirken, Almanya bölgesel kaynaklara önem vermektedir. Tabloda yükseköğretim seviyesinde yerel kaynakların birinci derece önemli olduğu ülke olmadığı görülmektedir. Ülkemizde de eğitim finansmanında başvurulan kaynaklar ayrıntılı olarak ise şöyledir (Tuzcu, 2006:163 ve Koç, 2007:48):
- Genel bütçeden ayrılan paylar,
- Eğitime katkı payı (ilköğretim, 4306 sayılı Yasa gereğince),
- Öğrenci katkı payı (Yükseköğretim, 2547 sayılı Yasa gereğince),
- Çıraklık ve Mesleki-Teknik Eğitimi Geliştirme ve Yaygınlaştırma Fonu gelirlerinden ayrılan paylar (3308 sayılı Yasa gereğince),
- Eğitim, gençlik, spor hizmetleri vergisi (3412sayılı Yasa gereğince),
- Döner sermaye işletmelerinden sağlanan gelirler,
- Dernek gelirleri (okul yaptırma, öğrenci koruma dernekleri vb),
- İl özel idareleri bütçesinden ayrılan paylar,
- Halk (kişi ve kuruluşlar) katkıları-bağışlar,
- Dış ülke ve kuruluşlardan sağlanan krediler, burslar ve bağışlar,
Türkiye’ de Kamu Eğitim Bütçesinin GSMH ve Genel Bütçe İçerisindeki Oranı

GSMH İçindeki Payı (%)
Genel Bütçe İçindeki Payı (%)
MEB
YÖK
YURTKUR
MEB
YÖK
YURTKUR
1990
2,14
0,63
0,10
13,21
3,89
0,64
1991
2,36
0,74
0,13
14,10
4,43
0,77
1992
2,75
0,83
0,10
14,56
4,37
0,51
1993
2,88
0,83
0,12
14,35
4,15
0,62
1994
2,41
0,80
0,10
11,36
3,77
0,48
1995
1,73
0,59
0,07
10,17
3,44
0,43
1996
1,71
0,61
0,10
7,21
2,58
0,41
1997
1,74
0,69
0,10
8,05
3,18
0,48
1998
2,34
0,80
0,11
8,40
2,85
0,40
1999
2,72
0,84
0,14
7,85
2,44
0,47
2000
2,65
0,83
0,17
7,17
2,24
0,45
2001
2,18
0,73
0,16
8,34
2,82
0,74
2002
2,65
0,88
0,18
7,60
2,54
0,40
2003
2,34
0,74
0,11
6,90
2,31
0,35
2004
3,24
0,69
0,14
8,53
2,58
0,55
2005
2,28
0,80
0,18
9,53
3,34
0,75
2006
2,20
0,77
0,15
9,48
3,34
0,69
2007
2,50
0,78
0,16
10,42
3,21
0,68
2008
2,41
0,76
0,16
10,30
3,28
0,69
2009
2,93
0,92
0,19
10,63
3,32
0,71
2010
2,57
0,85
0,17
9,84
3,25
0,61
2011
2,81
0,94
0,27
10,92
3,68
1,07
Kaynak: http://sgb.meb.gov.tr/istatistik/
Türkiye’de MEB, YÖK ve YURTKUR bütçelerinin GSMH ve genel bütçe içerisinde gösterimi mevcuttur. Genel itibariyle Milli Eğitim  Bakanlığı’ nın bütçesinin ağırlıklı bir yere sahip olduğu gözlemlenmektedir. MEB bütçesinin GSMH’ ya oranı yüzde 2 dolaylarında, genel bütçe içerisinde ise bu payın yüzde 10’ lar civarında olduğu görülmektedir. Ancak bazı yıllarda MEB bütçesinin payının azaldığı ya da arttığı anlaşılmaktadır. YÖK bütçesinin payına bakıldığında ise tüm yıllar kapsamında GSMH oranının yüzde 1’ in altında, genel bütçe içerisinde ise yüzde 2 ile yüzde 4 aralığında gerçekleşmektedir. YURTKUR bütçesinin payı ise MEB ve YÖK bütçelerine kıyasla oldukça aşağılarda seyretmektedir. Eğitim harcamaları, eğitim hizmetlerinin gerçekleştirilmesi ve nitel ve nicel anlamda genişletilmesi için kamu ve özel kesimce yapılan harcama türüdür. Bir ülkenin kalkınması ile eğitim arasında doğru oranlı bir ilişki mevcuttur ve eğitim genel itibari ile bir yatırım, dolayısıyla ileride beşeri sermayeden yararlanma kapsamında bireylere yapılan yatırım harcamasıdır. Bu nedenle artan bilim ve teknolojik gelişmeler için bireylere verilecek en iyi eğitim ile ülkelerin gelişmişlik düzeyleri artacağından eğitime ayrılan kaynaklarda artış göstermektedir (Gülcan, 2008:57). Ülkelerin gelişmişlik seviyeleri Yönetim ve Ekonomi düşünüldüğünde eğitim harcamalarına verilen önem değişmektedir. Bir ülke ne kadar gelişmiş ise eğitim harcamalarına ayrılan pay da o ölçüde artmaktadır. Çalışmanın amacı kapsamında bu kısımdan itibaren Türkiye’ de ve AB ile OECD’ ye üye ülkeler arası ülkeler arası eğitim harcamalarına yönelik karşılaştırmalar yapılmaktadır.
Toplam Eğitim Bütçesinin Genel Bütçe İçerisindeki Payı
ÜLKELER
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
OECD Ort.

12,3

12,4

12,5
12,5
12,5
12,5
12,3
12,4
11,8
12,9
AB Ort
11,0
11,1
11,9
11,9
11,6
11,4
11,9
11,7
11,7
Avusturya
10,9
11,2
11,2
10,8
10,2
10,9
11,0
11,0
11,2
11,9
Almanya
9,7
10,2
10,3
8,9
Belçika
12,1
12,2
11,8
12,0
11,3
12,3
12,4
12,9
12,1
Danimarka
15,4
15,5
15,4
12,1
15,4
15,7
15,4
15,3
14,9
15,0
Finlandiya
12,2
12,6
12,7
12,7
12,8
12,5
12,6
12,4
12,4
12,0
Fransa
11,0
10,8
10,5
11,0
10,9
10,5
10,5
10,6
10,5
11,3
Hollanda
10,5
10,2
11,9
11,1
11,1
10,9
10,4
10,4
10,3
11,2
İngiltere
11,0
11,0
11,9
11,5
11,7
11,7
11,9
11,7
11,0
13,0
İrlanda
13,6
12,8
12,8
12,1
14,0
14,0
13,9
13,5
13,3
12,2
İspanya
10,9
11,1
10,9
11,1
10,9
11,0
11,1
11,0
11,2
11,2
İsveç
12,9
12,8
13,0
12,8
12,9
12,6
12,6
12,7
12,9
13,0
İtalya
9,6
9,6
10,1
9,7
9,8
9,1
9,7
8,9
9,3
9,0
Lüksemburg
9,8
11,7
Portekiz
12,5
12,6
12,5
12,2
11,4
11,3
11,3
10,9
15,3
Yunanistan
7,2
7,7
7,9
7,9
8,4
9,2
5,5
Polanya
12,6
12,2
12,2
11,9
12,6
12,5
11,9
11,6
11,7
13,8
DÜNYA Ort.
14,0
13,7
14,3
15,1
14,2
14,0
14,5
14,4
15,5
TÜRKİYE
11,0
11,9
9,6
10,3
11,1
12,9
12,8
13,6
13,6
14,0
Kaynak: http://data.worldbank.org/topic/education
Tabloda toplam eğitim harcamalarının genel bütçe içerisindeki payı gösterilmektedir. Ülkeler bazında genel olarak bu oranın % 10 civarında seyretmektedir. Öncelikle OECD ortalaması ve AB ortalaması karşılaştırıldığında OECD ortalamasının AB ortalamasına göre % 1-2 puan daha yukarıda yer almaktadır. Tabloda yer alan ülkelere incelendiğinde ülkelerarası çok belirgin bir fark olmamakla beraber İsveç ve Danimarka’ da belirtilen oran biraz daha yüksek olup, Yunanistan ve İtalya’ da ise belirtilen oran aşağı sıralarda yer almaktadır.Türkiye’ de ise oran dalgalı seyir izlemekte ve kimi zaman % 11 üzerinde iken, kimi zaman ise % 10’ nun daha aşağısında kalmaktadır. Ancak günümüze doğru genel bütçe içerisinde eğitim harcamalarına verilen önemin arttığı anlaşılmaktadır.      

EKONOMİDE BAŞARI ANAHTARI EĞİTİM

Eğitim insanlara bir yandan bilgi verirken bir yandan da bilgi üretme, anlama ve yorumlama yeteneği kazandırır. Toplumun üyelerine verilen eğitim, insan sermayesine yapılan bir yatırımdır; çünkü eğitim sayesinde insanlar ömür boyunca daha üretken olurlar. Eğitim insan üzerinde yapılan bir yatırım olduğundan diğer yatırımlardan farklıdır.
            Bugün uluslar arası alanda güçlü ve saygın ülke olmanın en önemli ölçüsü, sağlık ve istikrarlı bir gelişme gösteren bir ekonomidir. Bunun sağlanmasında, ülke kaynakları ile birlikte beşeri sermayenin üretim sürecine etkin katılımı büyük önem taşımaktadır. Birbiriyle uyumlu istihdam ve mesleki eğitim politikalarının izlenmesi, ekonominin iş gücü ihtiyaçlarına paralel yeterli sayı ve kalitede işgücünün bu açıdan gerekli olmaktadır.
            Günümüzde gelişmiş ekonomilerde, gelişmişliğin ölçüsünü belirleyen en önemli faktörlerden birisi eğitim hizmetlerine verilen önceliktir. Eğitim hizmetlerinin bu denli önem arz etmesinin nedeni, bu hizmetin uygun şartlarda yapılması sonucu ortaya çıkan önemli sosyal faydalar ve topluma olumlu dışsallıklar yaymasıdır. Topluma uygun ve nitelikli eğitim verilmesinin sonucu, kişilerin kazandığı bilgi ve beceri, işgücünün kalitesini, verimliliğini ve geliri önemli ölçüde arttırmaktadır.
Örnek bir eğitim modeli Finlandiya
Eğitim sistemlerini araştırırken Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programının (PISA) sonuçları önem arz etmektedir. Testte, öğrencilerin, matematik, fen bilimleri ve okumayla ilgili sahip oldukları bilgi ve becerilerin ne kadarını hayata geçirebildikleri, sorunlarla karşılaştıklarında ne kadarını uygulayabildikleri ölçülüyor. 2000 yılından beri uygulanan bu testin sonuçlarında en başarılı ülke hep Finlandiya çıkıyor. Türkiye ne yazık ki Meksika’dan sonra sıralamada sondan ikinci sırada.
Finlandiya eğitim sisteminde sınav stresi yok, mukayese yok; dershaneler, özel hocalar yok. Eğitim saatleri çok kısa (ortalama günde dört saat) olmasına rağmen bütün öğrenciler eşit düzeyde başarılı.
Okullarda okutulacak kitaplara öğretmenler kendileri karar veriyor. Zorunlu temel eğitim boyunca, değerlendirme adına herhangi bir ulusal sınav veya yılsonu sınavı yok; öğrenciler, öğretmenin hazırladığı sorularla değerlendiriliyor. Bu yüzden öğretimin odağında öğrencileri testlere hazırlamaktan ziyade tamamen öğrenme var.
 Okullarda dikkat çeken husus, okulların ev ortamı gibi rahat dekore edilmiş olması. Müfredatları “yaparak öğrenme” prensibine göre düzenlenmiş. Çocuklar sınıf içinde dolaşarak, arkadaşlarından, öğretmen ve ders malzemelerinden bilgiler toplayabiliyor ara sıra da kanepeler üzerinde dinlenebiliyorlar. Öğretmenlerine isimleriyle hitap ediyorlar ve öğle yemeklerini birlikte yiyorlar. Öğrenciler rahat ortamda öğrenmenin keyfini yaşıyorlar. Okul kantininde sadece süt, su ve meyve bulunuyor (reklamların etkisinde kalınmadan beslenme alışkanlıklarına dikkat ediliyor). Her çocuğa kendi öğrenme yöntemine göre ödev veriliyor. NLP teknikleri öğretmenler tarafından derslerde uygulanmakta. Bazı dersleri farklı yaş grubundaki öğrenciler bir arada işliyor; böylece uyumu öğreniyorlar. Okuldaki bitkilerin bakımı, kütüphanedeki işler, atık kâğıtların toplanması, bahçe ve akvaryum işleri, mutfak yardımı gibi gündelik işleri öğrenciler sırayla yapıyorlar. Böylece yeterlilikleri geliştiği gibi okullarını da benimsiyorlar. Çocuklar okullarını ikinci evleri gibi görüyor, öğretmenlerini de anne/baba gibi seviyorlar.
Finlandiya’da öğretmen olmak çok kolay değil. Liseden mezun olup öğretmen olmaya karar veren bir öğrenci üç aşamalı kabul testinde başarılı olmak zorunda. Birinci aşamada, kitap sınavıyla, bilgiyi araştırma, sentez yapabilme, eleştirel açıdan bilgiyi yorumlama, analiz etme yeteneği test ediliyor. İkinci aşamada, mülakat aşamasında, kişilik ve karakter yapısı bakımından öğretmenlik mesleğine uygun olup olmadığı analiz ediliyor. Son aşamada ise adaylardan örnek bir ders anlatması veya grup tartışmasını yönetmesi istenerek sosyal yönü, konuşma, sunum ve yönetim yetenekleri ölçülüyor. Bu aşamaların sonunda öğretmenlik için müracaat edenlerin ancak yüzde onu öğretmen yetiştirme programına kabul ediliyor.
Öğretmenlik lisans programı boyunca, öğrencilerin her yıl birer ay uygulama okullarında ders anlatarak staj yapma zorunlulukları var. Stajları hem üniversitedeki öğretmenleri, hem de öğrenciler tarafından değerlendirmeye tabi. Staj değerlendirmesi mezuniyet yeterliliğinde çok önemli. Türkiye’de öğretmenlik stajı sadece son yıl yapılabiliyor, o da ne yazık ki KPSS sınavının hazırlıkları nedeniyle hedefe ulaşamıyor.
Finlandiya’da öğretmen olabilmek için sadece lisans öğrenimi de yeterli değil. Öğretmen adayının seçeceği konuya göre tezli yüksek lisans derecesine sahip olması da zorunlu. Böylelikle Finli öğretmenlerin araştırma tabanlı bir eğitimle, sorgulayıcı bir bakış açısına sahip olmaları sağlanıyor.
Finlandiya’da motivasyonu yüksek öğrenciler en yüksek maaşı almayacaklarını bildikleri halde, gene de öğretmenlik mesleğini saygınlığı ve kutsallığı nedeniyle tercih ediyorlar. Finli aileler, çocuklarının öğretmen olmasından gurur duyduğunu söylüyorlar. Türk kültüründe de uzun yıllar öğretmenlik kutsal bir meslek olarak kabul edilmişti ama son yıllarda bu algı değişmeye başladı. Öğrencilerimiz, öğretmenlik mesleğini ne yazık ki ekonomik nedenlerle tercihlerinde en alt sıraya koyuyorlar.
Finlandiya’da “yaşam boyu öğrenme” eğitimin en önemli ilkesi. öğretmenler devamlı gelişen öğrenme tekniklerini, zorunlu hizmet içi eğitimlerle takip ediyorlar. Finli öğretmenler meslek hayatları boyunca katıldıkları kursları, kendilerini geliştirmek için fırsat olarak görüyorlar.
Sonuç:
Gelişmiş ülkelerin en önemli avantajı;iyi eğitilmiş nitelikli, üretim sürecindeki hızlı değişimlere ayak uydurabilen iş gücüne ve yüksek bilgi üretme kapasitesine sahip olmalarıdır. Eğitim durumundaki iyileşmeler, gerek iş gücünün verimliliğinin gerekse bilgi üretme kapasitesini arttırarak, ekonomik büyümeyi olumlu etkilemektedir.
            Bir ülkenin kalkınma sürecindeki performansı, eğitim sisteminin etkinliği ile yakından ilgilidir. Etkin işleyen bir eğitim sisteminin toplumsal, kültürel ve siyasal alanda sağladığı pek çok katkının yanında, iktisadi açıdan iki temek fonksiyonu yerine getirerek ekonomik kalkınma sürecini olumlu etkilemesi beklenir. Eğitimin birinci temel iktisadi fonksiyonu; ekonominin mevcut koşullarında ve gelecekte ihtiyaç duyduğu/duyacağı nitelik ve nicelikte işgücünü yetiştirmesidir. eğitimin ikinci temel iktisadi fonksiyonu ise bilgi üretme ve bilgi yayma fonksiyonunu yerine getirerek, modern üretim teknolojilerini takip etme, geliştirme ve üretim sürecine katmasıdır. Eğitim seviyesinin yükselmesi iş gücünün verimliliğini arttırarak maliyet avantajı sağlamakta ve ülkenin rekabet gücünü olumlu etkileyerek dışa açılmasını kolaylaştırmaktadır. Eğitimin bu iki temel iktisadi fonksiyonunun yerine getirmedeki başarısı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki ekonomik performans farklılığının temel nedenleri arasında yer almaktadır.
            Bireysel olarak, eğitim durumuna ilişkin iyileşmeler, ücret ve iş bulma şansını arttırma, işsiz kalma riskini azalma gibi iş yaşamına ilişkin katkılar sağlayarak kazançlar üzerinde belirgin artışlara neden olmaktadır. Bu bağlamda bireylerin eğitim durumlarının iyileştirilmesi; işsizlik ve yoksullukla mücadelede etkin bir sosyal politika aracı olarak ön palana çıkmaktadır.


















Kaynakça:
ALDIKAÇTI, Orhan.( 1997), “Sosyal Devlet” (Anayasa Yargısı Dergisi, Cilt:14)
ATALAY, Beşir.(2002), “Eğitim ve Öğretim Görme Hakkı”, Yeni Türkiye, Sayı: 98/22
Alkan, C. (1982). Eğitim Teknolojisi ve Öğretmen Eğitimi, Ankara Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Dergisi, 15(1), 377-379.
ARABACI, İ. Bakır (2011), “Türkiye’ de OECD Ülkelerinde Eğitim Harcamalarını”,http://perweb.firat.edu.tr/personel/yayinlar/fua_1572/1572_71495.p
BARNA, Murat.(2002), “Sosyal Devlet”, Temmuz, Erişim Tarihi: 04.04.2006 http://www.turkhukukusitesi.com/makale_60.htm
Duman, T. (1991). Türkiye’de Orta Öğretime Öğretmen Yetiştirme, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları No:2322, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
GÖKCAN, Kemal. “Sosyal Devlet ve Sosyal Hizmetler” Erişim Tarihi: 04.04.2006 http://www.sosyalhizmetuzmani.org/sosyaldevlet.htm
GÖZLER, Kemal (2000), Türk Anayasa Hukuku (Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa)
KOCABIYIKOĞLU, M. Fatih (1993), “Türk Eğitimi ve Aksaklıkları”, Sosyoloji Konferansları, Yirmi dördüncü Kitap (İstanbul Üniversitesi Yayın No: 3732, Fakülte Yayın No: 544, İstanbul)
YAMAN, Hamza (2000), “Eğitim Hakkı”, Eylül, Erişim Tarihi: 04.04.2006 http://www.turkhukukusitesi.com/makale_22.htm
YEŞİLKAYA, Neşe G. (2002), “Halkevleri”, Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce cilt:II- Kemalizm (İletişim, İstanbul)
TURAN, Şerafettin (1999), “Etkin Bir Eğitim, Kültür ve Sosyal Dayanışma Kurumu Olarak Halkevleri”,
Korkmaz, A. (2006). Eğitimin ve Ekonomi Arasındaki İlişkiler, L. Küçükahmet (Ed.) Eğitim
Bilimine Giriş (ss. 96-97), Ankara: Nobel Yayınevi
Türkiye İstatistik Kurumu(2012a) ‘Hanehalkı İşgücü İstatistikleri’, Ankara: Türkiye İstatistik
Kurumu Basımevi, Eylül 2012.
GÖKBUNAR, Ramazan ve MUTER, Naci (2000), “21. Yüzyıla Doğru Türkiye’ de Eğitim
Hizmetlerinin Çağdaşlaştırılması”, Prof. Dr. Adnan TEZEL’ e Armağan, Marmara Ün.
Maliye Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın No: 600/13, İstanbul.
http://ekutup.dpt.gov.tr/plan/viii/strateji/, 15.08.2012.
www.eurydice.org, 18.02.2003. G. Güngör & A. Göksu / Türkiye’de Eğitimin Finansmanı ve Ülkelerarası Bir Karşılaştırma
www.eurybase.org, 18.02.2003.
http://sgb.meb.gov.tr/istatistik/, 15.08.2012.
http://data.worldbank.org/topic/education, 15.08.2012.
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/education/data/main_tables, 15.08.2012.
TUZCU, Gökhan (2006), “Eğitimde Vizyon 2023 Ve Avrupa Birliği’ ne Giriş
Süreci”,http://portal.ted.org.tr/yayinlar/EgitimdeVizyon2023veAvrupaBirligineGirisSurec
ÖZKER, Niyazi ve ESENER, Çağrı (2009), “Türkiye’ de Bir Kamu Harcaması Olgusu Olarak Eğitim
Harcamaları: Örnek Ülkeler İle Yakın Dönem Karşılaştırma” Mevzuat Dergisi, Sayı: 142,
http://www.mevzuatdergisi.com/2009/10a/02.htm, 15.08.2012.
 DEVRİM, Fevzi ve TOSUNER, Mehmet (1987), “Türkiye’ de Eğitim Hizmetlerinin Finansmanında
Son Gelişmeler”, 3. Türkiye Eğitim Maliye Sempozyumu Bildiri Kitabı, İstanbul.
http://www.kuraldisidergi.com/ Banu Uzkut Onuk







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder